Alan Lightman: Bana kalırsa, Einstein, çağdaş sanatçıları kesinlikle etkilemiştir. Richard Serra gibi kimi heykeltıraşların, hafriyat diye isimlendirdikleri iri cüsseli enstalasyonlan içinde dolaşmak on, on beş dakika sürer. Ayakta uzun süre dikilip sadece bir nevi anlık münasebete girdiğin tabloya bakmanın aksine, bu hafriyatları görmek için çeyrek mil uzunluğundaki sergiyi dolaşmak gerekir. Bu heykeltıraşlardan bazıları, görelilik kavramından etkilendiklerini açıkça belirtmiştir.

Sayısız yazarın da etkilendiğini biliyorum; Nabokov, Ada ya da Arzu başlığıyla bir kısa roman yazmıştı. Baş karakter Van Veen, uzun monoloğunda görelilik kuramından ve kendi zaman anlayışından bahseder. Görelilik canını sıkmaktadır, çünkü görelilik, zamanın sınırlarını fazlasıyla belirliyormuş gibi görünür, her ne kadar zaman göreli olsa da. Bu kuram, sanki zamanı onun istediğinden daha nicel hale getiriyordur.

Virginia Woolf, Einstein okudu mu bilmiyorum, fakat Mrs. Dolloway adlı romanında, ki en sevdiğim kitaplardan biridir, mekanik zaman ile kişisel zamanı birbirlerine harika bir şekilde uydurur. Roman, yirmi dört saatlik bir süreyi ele alıyor. Anın bilincinde olmanın ne anlama geldiğinin yakından incelendiğini, bu romandan önce edebiyatta hiç görmemiştim. Canlı ve bilinçli olmanın ne demek olduğunu gerçekten duyumsatıyor insana; bu, çok öznel, zaman dışı bir deneyimdir. Yine de Woolfun romanında, gün içinde iki saatte bir Big Ben saat kulesindeki saatin vurduğunu duyarız, böylece mekanik zamanı takip ederiz. Bu saatin düzenli gongları, bedenlerimiz dışında akıp giden insan eseri zamanın yapı iskelesi gibidir, aynı zamanda bilinç akışına ve zamandan bağımsız iç fileme de benzer.

Bu yazı, “Açık Bilim” adlı eserden alınmıştır.