Osmanlı toplumunda sağlıkla ilgili uygulamaların en önde gelenlerinden biri, mayıs ayında herkesin mutlaka ya kan aldırması, ya hacamat ettirmesi ya da sülük tutturmasıydı. Bunlar, baş ağrılarının giderilmesi için düşünülen tedavi yöntemleriydi. Çok eski zamanlardan beri süregelen inanışa göre, yaz başlarında kan eskimiş ve koyulaşmış olurdu; bu yüzden kanın yenilenmesi için kan aldırılması gerekliydi. Bu işi yapanların genelde asıl mesleği berberlikti ve belirli dükkânlarda yapılırdı.
Baharda ve özellikle mayıs ayında insanlar kimi ilaçları mutlaka uygulamaya büyük özen göstererek kimi sağlık önlemleri almaya çalışırdı. Bunlardan biri, kaplumbağa kanıydı. Çoğu mahallelerde ‘tosbağacı’ denen kadınlar vardı. Bunlar evlerinin bahçelerinde kış boyunca kaplumbağa beslerler, her hafta bir kaplumbağayı isteyenin evine götürür, hayvanı suyla güzelce yıkar, temiz bir kalaylı tepsiye koyar, hayvanın arkasından iğneyle dokunur, hayvan acıyla başını çıkarınca, kafasını tutup keser, akan kanı bir başka kapta toplar, sonra kaplumbağayı bir baltayla karnından ikiye ayırır, kanını müşteriye içirdikten sonra etinin bir parçasını da külbastı gibi pişirerek yedirirdi. Bu işlem, kararlaştırılan sayıda yinelenirdi.
Sülük (‘hirudo medicinalis’), eskiden beri aktar (attar)dükkânlarında satılmakta olup, kan almak için halk tarafından çok kullanılan bir hayvansal eczadır. Halk arasında, ‘salyası şifalı’ diye bilinmekte olup, kirli kanı emdiğine ve rahatlık sağladığına inanılır. Sülük, genelde mayıs ayında kiraz yenmeden önce ve tek sayıda tutulmalıydı. Şişe içinde aç bırakılan hayvancık, belli yerlere şekerli su sürülerek tutturulur, yeter miktarda kan emdikten sonra ağız kısmına sigara külü ya da tuz dökülerek ya da sigara dumanı üflenerek yerinden sökülür, soba külü üzerine bırakılarak emdiği kan kusturulur, yeniden şişe içine konurdu. Emdiği yerdeki kanı durdurmak için pamuk külü ya da şap tozu dökülürdü.
Bu yazı, “Tıbbın Gizemli Tarihi” adlı eserden alınmıştır.