Eliade, dindar insanın iki tür mekânı bir birinden ayırdığını ifade etmektedir: Bir tarafta kendisi için bir anlam ifade eden kutsal mekân ya da başka bir ifadeyle ritüel aracılığıyla inşa edilen mekân yani “Kozmos” ya da “Dünya”, diğer tarafta ise kutsal hâle getirilmeyen biçimlenmemiş, yapısız mekân yani “kaos” bulunmaktadır. Ritüelin bir araziyi kutsallaştırması onu kozmikleştirmesi, yani onu bir kozmos, bir dünya hâline getirmesi anlamına gelmektedir. Bu ritüel esnasında sembolik olarak kozmogoni tekrar edilerek kaos kozmosa dönüşmektedir. Geleneksel toplumlarda, ister avcı-çoban, ister ziraatçı isterse de şehir medeniyetine ait olsun mesken bir imago mundi yani bir dünya imgesi olarak telakki edildiği için ve de dünyanın tanrılar tarafından yaratıldığı için kutsal hâle getirilmektedir.

Kısaca mesken dünyayı yansıttığı için ona benzetilmektedir. Ancak bu benzetme farklı şekillerde gerçekleştirilebilmektedir. Eliade meskeni ritüel aracılığıyla Kozmosa dönüştürmenin yani ona bir imago mundi değeri kazandırmanın iki yolundan bahsetmektedir:

a) İskan edilecek alan bir köy ise merkezi bir noktadan itibaren dört yönün yansıtılmasıyla (projection) Kozmosa benzetilir; aile meskeni söz konusu olduğunda ise Axis Mundinin sembolik olarak kurulmasıyla;

b) inşa ritüeli aracılığıyla kozmolojiyi tekrar etmek suretiyle. Çünkü her yeni mesken Dünyanın Yaratılışını tekrar etmektedir. Böylece
iskan edilen her arazi, şehir ve köy, Evreni taklit ettiği gibi yön bulma ritüeli ve merkez sembolizmi aracılığıyla bir imago mundi hâline gelmektedir.

Bir yanılsamadan ibaret bir dünyada değil, gerçek bir dünyada yaşamak arzusunda olan dindar insan nazarında gerçek olan, gerçekten var olan, kutsal mekândır. Eliade bir taraftan bu dikotomik mekân anlayışını az önce belirttiğimiz gibi insanın yapısal özelliğine diğer taraftan da kutsalın niteliğine bağlamaktadır. Yukarıdaki bölümlerde ayrıntılarıyla analiz edildiği için bu hususlara tekrar dönmek istemiyoruz. Ancak şunu hatırlatalım ki Eliade, kutsalı gerçeklikle eş tutmaktadır; daha doğrusu homo religiosusun böyle bir tasavvura sahip olduğunu savunmaktadır. Eliade’a göre dindar insan nazarında kutsal, gerçeklik ve ebedilikle eşdeğerdir. Buna karşılık profan, acı ve ıstırap doludur ve geçicidir ve dolayısıyla da fani olduğu için gerçek dışıdır ve dolayısıyla da bir yanılsamadan ibarettir.  özelliğine diğer taraftan da kutsalın niteliğine bağlamaktadır. Yukarıdaki bölümlerde ayrıntılarıyla analiz edildiği için bu hususlara tekrar dönmek istemiyoruz.

Ancak şunu hatırlatalım ki Eliade, kutsalı gerçeklikle eş tutmaktadır; daha doğrusu homo religiosusun böyle bir tasavvura sahip olduğunu savunmaktadır. Eliade’a göre dindar insan nazarında kutsal, gerçeklik ve ebedilikle eşdeğerdir. Buna karşılık profan, acı ve ıstırap doludur ve geçicidir ve dolayısıyla da fani olduğu için gerçek dışıdır ve dolayısıyla da bir yanılsamadan ibarettir. Diğer taraftan ebediliği elde etmek insanın yapısal bir özelliğidir. Bundan dolayıdır ki insan kutsala yani gerçek ve ebedi olana yönelmektedir.

Eliade, homo religiosusun mekân telakkisinin de böyle bir anlayışın sonucu olarak karşımıza çıktığını düşünmektedir. insanın yön bulmasını sağlamaktadır. Zira yön bulma ancak sabit bir noktaya dayanılarak gerçekleşebilmektedir. Eliade’a göre dindar insanın “dünyanın merkezine” yerleşme çabası bu durumdan kaynaklanmaktadır. İnsanın karanlıklar içerisinde yön bulamayarak kaybolmaktan duyduğu dehşetin çaresidir aslında merkez olgusu.

Bu yazı, Ramazan Adıbelli’nin “MİRCEA ELİADE VE DİN: MİRCEA ELİADE’IN DİN BİLİMİ ÇALIŞMALARININ METODOLOJİK AÇIDAN DEĞERLENDİRİLMESİ” adlı eserinden alınmıştır.