“Makber, makber değil bir türbe, türbe değil bir ma’bed, ma’bed değil bir kürre, kürre değil bir fezâ-yı bî-intihâ olmalı,” diyen Abdülhak Hâmid’i dönemin aydınlarına bu kadar sevdiren neydi acaba:
“Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Batılılaşma yolunda ilerleyen Osmanlı Devleti’ni devir aydınlarından ayrı bir yerde tutar. Abdülhak Hâmid’in Batılılaşma çalışmaları içinde yaptıklarını, şairliğini, şahsiyetini ve eserlerini, kendi çığırını açmış olarak görür. Yine dönemi içinde kendi çığırını açan ve kapayanın da kendisi olduğunu savunur. Dönemi içindeki fenomen sayılacak bireylerde mutlaka Abdülhak Hâmid’in damgasını görmektedir. (Karaosmanoğlu, 2009, s. 2011). Bu kanaatini Nâmık Kemal’in yazdığı bir mektup ile destekler: “Hâmid; sana kendi adından daha yüksek bir hitap bulamadım.’ Ben de onun için son söz olarak ‘Hâmid Hâmid’ti’ demekle yetineceğim.” (Karaosmanoğlu, 2009, s. 210-211). Batılılaşma gayreti olarak diğerlerinden ayırarak yenileşmeyi layıkıyla anlayan ve tatbik edebîlen Abdülhak Hâmid’i ayrı bir yere koyarak yenileşmenin aksaklıkları ve şahsiyetlerin bu anlamdaki yanlış yönlerini de sıralar.”
Bu yazı, Feridun Ay’ın “TÜRK EDEBİYATINDAKİ HÂTIRALARDA EDEBÎ MESELELER” adlı eserinden alınmıştır.