İnsanlar, geniş halk yığınları tarafından anlaşılmayı isteyen bir insanın diliyle konuşmaz Herakleitos. Bilmeceyi andıran bilgeliği, herhalde ancak kendisini anlayabilecek niteliğe sahip olan azınlığa, seçkinlere hitap etme arzusunun bir ifadesidir. Dilinin bu özelliğinden ötürü sonraları kendisine “karanlık Herakleitos” denmiştir. O, üslubundan dolayı ilerde kendisine yöneltilecek eleştirileri önceden tahmin eder ve kendisini haklı çıkarmak için Apollon’a bir gönderme yapar: “Delphoi kahininin efendisi düşüncesini ne ifade eder, ne gizler; onu bir işaretle gösterir”. Herakleitos’a göre değerli şeyler azdır ve ancak uzun ve zahmetli çabalar sonucunda elde edilebilirler: “Altın arayanlar toprağı çok kazarlar ve ondan ancak az bir miktarda bulurlar”

Sonra “Doğa gizlenmeyi sever”. O halde doğayı veya Herakleitos’un doğanın sırlarını açıklığa kavuşturan düşüncelerini anlamak isteyen, bunun için gerekli olan yeteneklere sahip olmak ve yine onun için gereken uzun ve zahmetli araştırmalara girmek zorundadır. Herakleitos’un Delphoi kahininin efendisine yaptığı gönderme bir başka bakımdan da ilginçtir; çünkü onun kendisini bir tür esinlenmiş insan, bir tür peygamber gibi gördüğünü göstermektedir. Aslına bakılırsa bu, bu dönemin düşünürlerine ait genel bir özelliğin özel bir yansımasıdır. Bu dönemde dinsel düşüncenin genel bir canlanmasına, dinsel duyguların evrensel bir uyanışına tanık olduğumuzu söylemiştik. Bu uyanış, daha önce gördüğümüz gibi merkezi Eleusis olan Demeter kültünde, Dionizos kültünde, Orpheusçulukta, Pythagorasçılıkta ve nihayet Ksenophanes’te kendisini göstermekteydi.

Öte yandan, dar anlamda ilgi alanımıza girmeyen ve yine bu devirde yaşamış olan bazı şairler, örneğin Pindaros ve Aiskhylos da bu dinsel canlanmanın etkilerini göstermektedirler. Bu dönemin yazarlarının çoğu sözlerine böyle kahinimsi, peygamberimsi bir hava verdirmektedirler. Bunun nedeni muhtemelen herkesin kendisini biraz “esinlenmiş” bir kişi olarak görmesidir (Hatta bu insanlara, bir sonraki bölümde göreceğimiz gibi, bir anlamda Parmenides de dahildir). İlerde bu tür üslubun en iyi bir başka örneği olarak Hristıyanlıktan nefret etmesine rağmen deyim yerindeyse gene de bir din (insan-üstünün dini) yaratmak isteyen Nietzsche ile karşılaşılacaktır. Onun bu yeni dinin peygamberi olarak yazmış olduğu Zerdüşt Böyle Dedi adlı eseri, Herakleitos’un eserinde kullandığı dille büyük benzerlikler göstermektedir.

Bu yazı, Ahmet Arslan’ın “İLKÇAĞ FELSEFE TARİHİ SOKRATES ÖNCESİ YUNAN FELSEFESİ” adlı eserinden alınmıştır.